geriye dönüşlerkendimden feragatyazılar

lost on me

lost on me

“çok fazla gürültü var” dedim, “bir haddi var mı bunun bilmiyorum ama… çok fazla işte..”

“haklısın” dedi, “televizyonun sesi, aynı evde beraber yaşadığın aile bireylerinin sesi.. üst kattaki köpeğin hiç durmayan havlama sesi.. üst kattaki köpeği olan kadının zıkkım sepetinden gelen siparişlere yemek yaparken kendi evinin zemininde bir şeylere sürekli vurması sonucu senin odanın tavanından gelen tak tak tak tuk tak tuk sesleri.. evin arka cephesindeki -odana güneşin gelmesini engelleyen- apartmanların balkonlarından ve odalarından gelen sesler, yine arka cephedeki bir genç kızın sürekli sinir krizi geçirip bağırıp çağırıp ağlayışları, sokaktan geçen insanlar, arabalar, motorlar, kaplumbağalar ve orklar.. kedilerin birbirleri ile konuşurlarken ya da dalaşırlarken çıkardığı sesler.. sineklerin vızıltısı.. çalan ya da..”

“ya da çalmasa bile ışığı yanan telefon..” diyerek sözünü kestim tuncay’ın, bıraksam saya saya atom altı parçalarının seslerine kadar iner ve oradan tekrar genişleterek alanı; yıldızlar ve karadelikler ve galaksiler ve gezegenler, uydular, asteroitler, meteorlar, nebulalar, kozmik toz.. ve kozmosta ne varsa sesi olabilecek biz duymasak bile, onları saymaya başlardı.. devam ettim.. “kast ettiğim sesler bunlar değildi ama tuncay..”

dönerek yüzümü seçil’e “öyle değil mi seçil?”

tuncay’la bu konular konuşulmazdı.. “ayrıca ışık da çok fazla, öyle değil mi? evet, tuncay’ın bahsettiği şeyler nedeniyle taktım hayatım boyunca kulaklık. ömrümün yüzde iki yüz seksen yedisini kulaklıkla müzik dinleyerek geçirmiş olsam da, ve yıldızların ışığının peşinde koşmuş olsam da daima, sözünü ettiğim gürültü bu değil. bu kez rahatsız eden ışık da o söz konusu insan temelli yapay ışık değil, floresan, monitör, sokak lambası, fener, araba farı, polis sireni, televizyon, monitör, kapalı olmayan elektronik aletlerin güç ışığı ve senin de dediğin gibi telefonun ışığı.. hayır hayır, bu sözünü ettiğim başka bir ışık.. kaynağını göremiyorum.. gözleri kör edebilecek kadar yoğun ve bütün evrenin yıldızlarını öldürebilecek kadar koyulukta bir karanlığı gizliyor içinde üstelik..”

“ya gürültü bebeğim?” dedi seçil.

“kafamın içinde o sadece.. her şey kafamın içinde olup bitmekte.. biliyorsun bunu. herkesin kafasının içinde olup bitmekte her şey, sanal bir dünyanın içindeyiz, misal alemi der buna bizden önce gelmiş gitmiş insanlar.. hiçbir şey gerçekte fizik anlamda yok iken, matrix içinde metaverse adında bir sanallık daha inşa edip ona bağlanmak için çırpınıp duran, kendi öz benliğinden -gerçekliğinden değil- kaçan varlıklarız. …..rüyanın içindeki rüyanın içindeki rüyanın içindeki rüyanın içindeki….. rüyadan başka hiçbir şey değil her bir şey. sarmal bir şekilde dışarı taşmalıyız. bir katman.. bir katman daha…”

“zemt galaksisinin olduğu evrene doğru.”

“onun da dışını kaplayan bir şey vardır mutlaka..”

“sınırsız ve sonsuz bir kabuğun içindeki kabuk evren modeli mi? en dışında ne var bu ebe gümecinin?”

gülüyordu bunu söylerken.. benimle taşak geçiyor sayılmazdı. gülüyordu sadece.. o da biliyordu hakikati. -gerçeği veya doğruyu demedim- siz kulak misafiri olun diye konuşuyorduk onunla hem. yani aynen bir tiyatro oyunu gibi. ama bu en başından beri böyle değildi.. diğer dördü benim de farkına varmam için oynuyordu tiyatroyu. o ayrı. ilk iki kitap bunu anlatıyor. du. da. kime ne anlatıyorsun sen? koskoca bir hiçliğe karşı var olma mücadelesi verdiniz mi hiç hayatınızda? hayatınızda demeyelim. hafif kalır. hayat boyu demek daha doğru olucak!

“aslında ‘kabuk beden’ seçil.. ‘kabuk evren’den ziyade yani..” dedim.

“tanrı?” diye sordu.. “ışık olan da o mu yoksa? hani şu içinde tüm yıldızları söndürebilecek bir karanlık taşıyan”

“lucifer’in olduğu söyleniyor ışık getirenin ama bu yanlış, biliyorsun bunu” dedim.. tüm sembol, idea, akım, fikir, his, beden ve türleri tersine çevirebilen kibirli bir kurnaz kukla kendisi.. tanrı’nın kuklası.. bizim için gönderilen kendisini düşürüldü sansa da bulunduğumuz irtifaya..”

“siktiret” dedi..

“çok fazla gürültü var” diye yineledim.. “kafamın içinde.. kafamın içindeki sesler susmak bilmiyor bir türlü.. yükselmemi engelliyorlar. bir de ışık.. ama dediğim gibi öylesine derin bir karanlık saklanıyor ki bu ışığın içinde, kendisini göremeyelim diye gözleri yakan bir yoğunlukta parlak bir ışığın içine gizlenmiş puşt..”

“umuttan mı bahsediyorsun sen?” dedi

“umut kim be?” dedim, “sikerim umudu.. ben özlem’in peşindeyim. sahi o napıyor?”

“öylesine yoğun ve gözleri kör eden bir karanlığın içine saklanmış ki…” dedi göz kırparak.

“ışığını söndürmelerine izin vermemek içindir” dedim.. “anladım.. karanlıkta karanlığı avlayan karanlık..”

“ışık değil miydi o alıntındaki son ‘karanlık’ kelimesi?”

“değiştirdim yavrum.. zaman değişiyor.. eski metinlerimdeki cümlelerimi alıp, ters yüz edip tekrar yazıcam. belki o zaman çok satarım. okunmasam da parayı vururuz.. ne dersin? sonra da bir porno şirketi kurup, bütün dünya liderlerini, ayırt etmeksizin hepsini, iktidarları, muhalefetleri, sikkko ünlüleri ve fenomenleri ve sanatçıları ve düşünürleri ve bilim adamlarını, bizce sikkko olanlarının hepsini… çocukluğumuzdan şu yaşımıza kadar gıcık olduğumuz herkesi, ilk okul örtmenimizi, atatürk’ü, cengiz’i, isa’yı.. komik duruma düşüren parodi pornolar çeker, sürekli davalık olup gerçek anlamda yarrağa yeriz.. sonra da biri kafamızın arkasından tek kurşunla bitirir ‘bu evrendeki’ işimizi. veya kalp krizi süsü verip, öldü der geçerler, sigaramıza ölüm aşısı katıp.. ne dersin? yapalım mı? ters yüz edek mi tüm yalanlarımızı..”

“ileriye dönemeyişler?”

“süper.. başlık tamam işte.”

“ne tamamı bebeğim, geriye dönüşlerin aynısının tıpkısı oldu mana bakımından. zıttın zıttı kendine eşittir.. ayna ve ikiz dünya teorisine sokma beni de.”

“simetrik evrenler teorisi o bikerem.. 18 boyutlu. gerçi teori değil bi kere gerçekte, gerçek deyince kafayı yedi sanıyorlar, o yüzden teori diyek. dördüncü boyuta çıkıp çıkıp iniyorum paso, allah sonumu hayır etsin, bir beşe terfi edemedik.”

“ya girdap bırak allah aşkına taşak geçmeyi de..” dedi.. “ne gürültüsünden bahsediyorsun sen? neyin ışığından? psikoz ataklarından biri daha mı demleniyor yoksa gene?”

“domuz gibi biliyorsun gerçeği” dedim

“ben biliyorum da okuyucular bilmiyor be oğlum. en azından çok büyük bir kısmı.. onbinde dokuzbin dokuz yüz doksan dokuzu”

“on tane bile okurum yok benim, ne on bini.. anlatsam da anlamaz hem onlar. komplo, yalan dolan, alavere dalavere, saçma, mantık dışı, bilim dışı, o dışı bu dışı şu dışı, ışın kılıcı dışın dışın gölgelerin öcü adına öcü böcü büyü artık ölü der geçerler.. çok elit bir okuyucu kitlem var benim biliyorsun.. feci zekiler. arkadaş kitlem de öyle..”

“en kötü deliliğe vurmuş gene, bir psikoz daha der uzaklaşırlar”

“muhtemelen… neyse siktir et.. gel şu film izleyek, dün atmıştım ya torrente inmiştir şimdiye..”

..

gülmedik. ağlamadık. boş boş baktık ekrana ve sigara ve kahve içtik ve durduk öyle hiçbir şekilde herhangi bir şey etmeden.

seçil’e herhangi bir şey anlatmama gerek yoktu ama size söylemek istediğim çok şey var dostlar.. size bir çok şey söylemem gerek sevgili okuyucular, sevgili dünya vatandaşları, ve sevgili cinler, ve sevgili özlem’in harikalar diyarı perileri, ben çok yoruldum, sonsuza dek susmayı ve işaret dili veya göz izi ile bile konuşmamayı tercih etmeden önce son bir şans isteyip, fakat bu kez artık baya baya bir üstü -röpteşambırla- kapalı aktarsam zihnimin iç açılarının karekökünün prospektüsünü. ve hiç bi sikim anlamasanız.. olur mu? ben bir çok şey anlattığımdan emin olsam dahi.. olur mu?

“neden olmasın ki…” dedi seçil sardığı sigarayı uzatırken bana.. ama pek beceremedi özlem’in taklidini yapmayı..

“bana, kuracağım her cümleye karşılık, süper bir şirinlikle ve cam gibi parlayan gözleri ile “neden olmasın ki” diyen özlem’in ışığı yeter” dedim.. “i̇çinde saklandığı karanlık ben olsam da onun.. bu da onun tercihi seçil.. refik’le sen gibi değiliz biz, ya da tuncay ve onun aynı anda ve eş zamanlı olarak takıldığı binlerce sevgilisi gibi..”

“yatalım” dedi.. “gece bitti..”

“müzik devam ediyor ama” dedim..

“ve hep devam edicek” dedi.. “açık bırak.. gel uyuyalım. belki bir dış evrene uyanırız rüyamızda..”

“olur” dedim. “olmaz” dedim. “yani yatalım o olur da, uyuyarak çıkılmıyor dışarıya.. portal kapısı uyanmak da değil ama.. ‘uyanın’ diye bağıran zır cahillerdir asıl nefret edilesi uyuyan tüzeller.. her neyse.  uyku on bin milyon yıldır namağlup götürüyor insanlığa karşı verdiği mücadeleyi sonuçta.. kaçış yok..”

sarılıp uyuduk sonra. kardeşler gibi.. rüyamızın içinde bir başka evrene falan da uyanmadık. ya da astral nöradmiral olmadık hiç, herhangi bir zamanda.. gerçekten olanlar varsa da özenmedik onlara. halimizden memnunduk. bulunduğumuz gerçeklik ve boyuttan da.. zihnimizle gördüğümüz hakikati -başkalarına göre hayal ürünü olabilse de- değişmezdik, hiçbir ütopyaya.

olan olmuş. biten bitmişti.. kendi hayatımızın filmini izliyorduk aslında yaşarken.. yaptığımız tüm seçimler, aldığımız tüm kararlar, yaptığımız tüm hatalar, hissettiğimiz tüm o acılar ve kırdığımız tüm o kalpler, çoktan yaşanmış olmuş bitmiş ve sonlanmıştı her şey.. i̇zlettiriliyorduk.. ne bok yediğimizi hatırlatıyordu bize, melekler.. ölünce idrakine varıcaktık bunun..

“bilim ile kanıtlayamayacağına göre salla bakalım metafizik deyişlerini” dedi biri.. şimdi bunu okurken.. demiş olmalı yani.. böyle diyenler, kanıt ve ispat diye direttikleri bilimin içinde, eskiden katolik kilisesinin dinden çıkanlar için kullandığı ve kökeni buraya dayanan kelime aynen olduğu biçimi ile neden yer etti peyda oldu son bir sekiz dokuz ay önce corona sonrasıyla bilim içine ve bilim için kullanılıyor şu an, önce bunu bir araştırsınlar öğrensinler: “bilim inkarcılığı.” what the luck? inkar din ile ilişki bir terim değil miydi güzelim.. bilim de bir din haline mi geldi? kelime kökeni ve anlamı borç idir ayrıca dinin de arap’çedeefegeyumuşakgh..

daha öğrenecek çok şeyimiz olduğunun farkında olanlar, farkında olmayanlara bir aduket atsın.. otorite ve sistem ile kan kardeş olan bazı bilim adamlarını da, var olup olmadığı meçhul olan uzaylılar bir zahmet edip kaçırsın..

ben hiçbir şeyden emin değilim bir tek şey dışında. hayatım boyunca da olmadım.. o tek şey   de kendimim..

ölümün bir çıkış kapısı olduğunu ama çıkmak için acele etmemek gerektiğini söyleyeli, yazalı, kuralı bu cümleleri, on yedi bin sene olduğuna göre, ki bunun farkına varışım çok daha eski iken, kendimi tekrar etmemin bir mahsuru yok sanırım.. edebiyatta da kelimelerin bir zaman aşımına uğrama yasası var sonuçta.  sikerim ters yüz etmeyi yazdığım her şeyi ayrıca.. öyle de satmayacak, böyle de basılmayacak, şöyle de okunmayacak, bağırsam da duyulmayacak.. sonuç olarak.. ne diyorsam o.. daha önce de.. şimdi de. sonra da..

biz eksi bir desibelde ve karanlığın tonları halinde yayılıyoruz evrene.. ışık hızı aşıldığında, konumunu ve hareketsizliğini koruma kanunu bu… zamanın içinden geçebilmek için bir gözlemci olarak. eksibirdesibel ve ışıksızlık. sizlerin, dünya halkı olarak henüz bilemediğiniz, bilimsel olarak teznedilmemiş ve teknokolik olarak erişilmemiş bir evreniz..

evreden, evreniz o son kelime. evrenden, evreniz değil anlamı ama onu da çıkartalım olur mu. çok mu karışık oldu?

ZEM’t galaksisinde çok daha ötesi olduğunu söylesem de, görmediğiniz şeylere inanmayan aklınız ile alakadar değilim sonuç olarak.. hiç olmadım.. ki inanmak görmeden olur, gördüğün bir şey için kullanılan kelime şahit olmaktır.. türkçeyi ve kelimelerin anlam ve kökenlerini baştan öğrenin önce, sonra beni eleştirin..

siz bizim aynamızsınız, biz ne dersek o olur..

çav belladonna..

dipnot ve özetler

* ışık tüm hızı ile gelirken, içinde sakladığı kör sessiz dilsiz hissiz kokusuz karanlığı yaymak üzere… kendi içindeki karanlığa saklananlar ve ondan bir ışık demeti patlayana kadar sağ kalanlar çıkacak bu dehlizden sadece..

* “karanlık dışarıda hissedilir olduğunda bile kuvvet ve ışık içinde yaşayabilir” keny arkana – bana attığı bir e-posta’dan..

* başlık lp’nin “lost on you” adlı şarkısından evriltilmiştir.. ve bu metin boyunca, şarkı tekrar tekrar ve tekrar çalmıştır.. kafamın içindeki sesleri durdurmanın tek yolu müzik olduğu için olmalı bu. ya da uyku..

29.10.22 – 2303

her metne sabit dipnot: kelime hatalarından, eksik veya fazla yazılmış harflerden sanchez sorumludur. redaktörüm olur kendisi. gözden kaçırdığı bir şeyler mutlaka vardır. kendisi ile spam@unthatow.xyz adresi üzerinden e-posta yolu ile temas kurabilirsiniz. ancak tdk’yı kılavuz edinenlerin imla hassasiyetleri ve diğer edePiyasal karın ağrılarınız için başvurabileceğiniz bir ilgili mercii yok. aslına bakarsanız benim başımda ilgilim olan bir mercii de yok, Allah ya da diğer adı ile Tao dışında. 14 yaşımdan beri katıldığım edePiyat oyunlarında aldığım ödülleri satarak geçimimi sağladığım yönündeki iftiralara itibar ediniz ama.. hadi çav belladonna!

..

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir