kendimden feragatyazılar

ayda yıldız var mı?

ayda yıldız var mı?

yorulmuştu.. yorulmuş ve sıkılmıştı.. kafasında dönen dönme dolaplardan.. yeşildi rengi üstelik.. dolapların. tıpkı yeşil bir halı gibi bunlar da. bu kez de dolap. yeşil dönme dolaplar.. hiçbir deseni de yok yeşilin, farklı tonları da yok. düz yeşil işte. zihninin içinde. hepsi yeşil.. dönme dolapların. demirleri ve kabloları ve düğmeleri ve koltukları.. hepsi yeşil. yeşil ve tek düze.

iç içe geçmiş, birbirinin aynısı cümleler bütünü, farklı anlamları barındırma umudunu kaybetmeden, sürekli aynı kelimelerle, aynı kelimelerin değişik sıralarda dizilimiyle bir formül arıyor gibiydi. çıkış kapısı da değildi ulaşmak istedikleri formül, cümlelerin, kelimelerin, harflerin.. bağımsızlıklarını ilan etmiş bile olabilirlerdi üstelik. üstelik kişilik bozukluğu içerisindeydi hatta zihninde dönüp duran harfler, noktalama işaretleri de olmadan aralarında.. hatta dünya üzerinde herhangi bir alfabede karşılığı olmayan sesleri de barındırıyordu bu harfler. çizim yeteneği yoktu. dile getiremezdi onları, yazı ile.. yine de şansını deniyordu.

yapma dedi seçil. ona. defalarca. matematik formüllerin ile ses birimlerini karıştırma.

dediğim gibi, harflerimin bir kişilik problemi vardı ve kendilerini rakam zannediyorlardı. 0’dan 9’a kadar değil de, herhangi bir dilde karşılığı olmayan sesleri de katarsak, 36 kadar harf.. 0 dan 35’a kadar sayılar, ama tamamı bir rakam ve bir araya gelince farklı dizilimler ile, -siz bunlara zannediyorum cümle diyorsunuz diye geçirdi içinden zack- bir sayı oluyordu. tek bir tane değil aslında ama bir tanesini kanıtlasa, formüllerinin, diğerleri de gelirdi belki peşi sıra, her ne kadar birbiri ile bir bağları olmasa da bu çözmeye çalıştığı problemlerin..

uyuyamadı. yo uyudu. uyudu ama sabaha karşı uyandı.

tekil şahısı değiştirelim.. yoruyor bu, 3. olanı. tekilin.

uyuyamadım. yo uyudum aslında. ama sabaha karşı uyandım.

yok. olmadı bu. 1. olan. tekil şahıs. aslında daima tekildi ay ile senkronize çalışan zihninin içinde.. yine de kendine karşı bazen, o kadar yabancılaşıyordu ki, unutuyordu, ben mi o mu, o mu ben mi, bu ayna da görünen, yansıma.

ama asla ‘sen’ değil. “o” veya “ben”

matematik formüllerini bırak dediğimde, edebiyat formüllerine geç dememiştim dedi seçil.

bazen karıştırıyorum artık dedi seçil’e, bazen karıştırıyorum artık seçil, yansıma olan, aynadaki değil de, ben olabilir miyim?

cevap gelmedi. yıllardır gelmiyordu zaten. bir duvarla konuşmak gibiydi. sonuç alınamazdı asla. eskiden bir ayna ile konuşmak gibiyken seçil ile, sihirli bir ayna ile, hatta şöyle düzeltelim, eskiden ay ile konuşma gibi iken seçil ile, çünkü ayda da bir yansıma olduğu söyleniyor, zaman zaman şekil ve boyut değiştiren, güneş ile göz teması açısı ve miktarı nedeniyle, ay ile konuşmak gibiyken, seçil ile, artık asla cevap alamadığın, karşılıklı gitmeyen, konuşan ama sana cevap vermeyen bir duvar ile konuşmak haline dönmüştü seçil ile konuşmak. bunun kelime dağarcığında bir karşılığı yoktu. monolog, diyalog, polylog, hexalog. yok kısaca. hiçbiri değil ve son ikisi gerçekte var olan kelimeler mi onu bile bilmiyorum. kendimden yoruldum. kendi kendime kaldığım vakitlerimde. zihnimin içinde. bu yüzden uyduruyorum sürekli zihnimi meşgul edicek zımbırtılar oyuncaklar ve kağıttan uçaklar ile balkona oturup yolu yoldan geçen bir şeyleri veya bulutları gökyüzünü yıldızları ağaçları hayvanları izlemeyi sürdürerek bu esnada hiçbir şey yapmadan, atabiliyorum içimdeki karanlığı, göremeyeceğim ve oradan çıkıp bana bir süre daha ulaşamayacağı, zihnimin daha derinindeki başka bir boşluğuna. tavsiye ederim.

uyudu. uyandı. güzel uyudu. güzel uyandı. az olsa da. işeyip sonra bir sigara sararken ayı gördü karşısında. tepemizde olan aydan bahsediyorum, bir canlı türü olan ayıdan değil bu arada. gerçi ayı da görse -bu kez canlı olanı kast ettim ama ona göre ay da canlı idi, iyice zihninizi sikip atmadan keseyim boş lakırdımı gerçi ayı da görse şaşırmaz ve korkmazdı. kaçmazdı da. ölüme hazırdı, doğduğu günden beri. altı günlükken ölücekti zack. bakın bu yazarınızın gerçek hikayesi. altı günlükken ölüyormuşum ben. ben mi o mu? o ölüyordu altı günlükken. döndü, güç bela döndü hayata.

dediğim gibi, yorulmuş ve sıkılmıştı. zihninin içindeki lunaparktaki dönme dolaplardan. diğer oyuncaklar da bozulmuştu, lunaparkındaki, zihninin içinde olan. yaklaşık dört yıl önce.

şu an ben bunları siz anlayasınız diye anlamlı bir sırada diziyorum ama işte zihnimin içindeki kelimeleri buraya döksem, sizin için bir anlamı işgal etmeyecek olurdu. hayır kelimeleri biliyor olurdunuz. yani türkçe bilen herkes biliyor olmalı. olmadı sözlüğe bakardı, bilmediği kelimeler için. öğrenirdi. eğer öğrenmek isterse. lütfen beni okumaya bildiğiniz kelimelerden başlayın. her ne kadar bir sınav, olmasa da bu. olsun.

kelimeler, zihninin içindeki, dönme dolaba, eğlensinler diye bindirilmiş olan ve dönüp duran dönüp duran dönüp duran, kelimeler, eğer aynı sıra ile buraya aksettirilmiş olsaydı, hiçbiriniz bir gram bir şey anlamazdınız. yine de, eğer bir gün, yaparsam böyle bir şey, sakın acele edip, “hiçbir şey anlatmayan karışık kelimeler bütünü, anlamı yok” demeyin. daha önce de belirtiğim gibi, ki hatta uyardığım demem daha doğru olur, he ne kadar harfler kamusal alan olsa da, onları bir araya getirip var olan kelimelerle kurduğum cümlelerim, kamusal bir alan değildir. dışarıdan dikizlemeye izin verildiği kadar miktarı, açık eden bir özel alana girmiş bulunuyorsunuzdur. o yüzden, anlamadığınız şeyler hakkında, mesela bir eve geldiğinizde, girdiğinizde, misafirseniz, herhangi bir şeyin yerini değiştiremeyeceğiniz gibi, mesela ev sahibinin bilgisayarını koyduğu masanın yerini gibi.. kelimelerimin hüviyeti ile arasında dizilen virgül ve noktaya bugüne kadar davranmanızı istediğim şekli ile davranmanızı isterim yine, o yeşil dönme dolapta yükseklik korkusu ile çırpınıp duran kafası dönmüş, dönüp duran dolabın gözlerine rastgele bir şekilde binmeyen ama buraya aksettirsem, sizin anlam barındırmayacak olan cümleler haline gelmiş diyeceğiniz kelimelerimi. dönme dolabın bir turuna bir cümle dersek.. başka bir şey geldi aklıma bir saniye, bi sigara sarmam lazım..

ne diyordum. bulunduğunuz evdeki ev sahibinin bilgisayarını koyduğu masadan açıldı bahis. burada konumuz masa değil bu arada. az sonra bilgisayar meselesine dönücez. şu an konumuz pencere.. do you under starlit me?

uyandı demiştim. güzel uyudu güzel uyandı.

sürekli kendini tekrar eden bir yazardın girdo. artık yazdığın metinlerin kendi içinde de kendini sürekli tekrar eder oldun. bırak artık. zihninde olan biten ebe gümecini asla dökemeyeceksin metne. asla tatmin olmayacak ve giderek giderek giderek daha karanlık daha katatonik daha karışık daha yalnız ama daha kendinden emin daha kararlı ve başkalarına göre de daha anlamsız daha zorlayıcı daha yorucu daha okunamaz daha türkçeyi bozan daha edebiyat olmayan daha olumsuz ne varsa o olucaksın. bırak! yorma kendini. yanıma gel.

özlemdi yukarıdaki. konuşmuyorum kendisiyle. uzun süredir. seçil benle konuşmuyor ben özlem ile, refik ve tuncayın ağzına sıçayım. nokta!

devam edelim.. pencere demiştim ama önce bilgisayarı anlatmam lazım. daha doğrusu yazıya başlarken olan takıntımı onbin yüz onikinci kez yazmasam olmaz. insan kendi ile ama sadece kendiyle ne kadar takıntılı olabilir, değişmesi neredeyse imkansız alışkanlıklara sahip olabilir görün istedim.

yalan söylüyorum bu arada, bir yukarıda yani. bir başkalarının anlatacağım duruma bakış açısını dile getirdim sadece. takıntı mı? o da ne? dönme dolabıma gideyim de onu tek bindirip bi düşereyim şu dolaptan bir ara, en tepede iken. kelimeyi yani.

bazı kelimeleri sözlüklerimizden ve kelime dağarcığımızdan ve anlam dünyamızdan bir anda çıkarsak, yani bilinçli bir şekilde değil de, sihirbazlık gösterisi gibi, sabah uyandığımızda, tüm dünyada, yani tabi tüm dünya aynı anda sabah uyanmıyor ama, hatta tüm dünya sabah da uyanmıyor ama metafor bu, yerseniz. tüm dünyanın aynı anda sabah uyandığında bazı bir çok kelime hafızalarından ve anlam dünyalarından silinse, toplumsal anlamda nasıl bir şey olurdu? çalabilirsiniz bu arada bunu, o sikik netflix dizilerinizden birini daha çakmak için, yapay algı seviyesinde, genel toplum fetişine. sorun değil. orijinalinin nasıl olabileceği ben de zaten. telif peşinde de koşacak değilim. bu metin ‘yorulmuştu’ diye başlıyor, fark ettiniz mi?

ne diyordum angelica?

word açıldı ve yazamadım ve ben bir süredir kendi aletim dışında bir şeye yazmadığım için, alet derken pc’den bahsediyorum, yanlış anlamayın, öyle sapık fantezilerim yok, olsa da size söylemezdim zaten, söylesem de o kadar inandırılamaz bir şekilde anlatırdım ki kendi saklı gerçeğimi, kurgudan da öte bile olurdu sizin için, gerçeklikle arasında örülecek bu duvarın kalınlığı..

word açıldı, bir süre yazamadım. yani yazdım ama akış ve ritim sorunlu idi. sonra çözdüm işi. a5, kenar boşluğu dört bir yandan 1 cm, yüzde 220 büyütme. verdana, font büyüklüğü 9. ama hala bir sorun var biliyor musunuz. yani benim alette bu default gelen özelliklerle birlikte, yani ben default ayarlarını değiştirdiğim için öyle gelen, ayarlarla birlikte, asla büyük harf çıkmıyor. burada arada bir çıkan büyük harf, sinirime dokunuyor ve birazdan herhangi bir büyük harfe yumruk atabilirim. sen mi büyüksün ben mi demek için değil canım. ciddi değilim elbette sinirime dokunuyor derken de. dalga geçiyorum. ama sizinle mi kendimle mi bilemedim. can sıkıntısı işte. gözüm takılıyor sadece.. hepsi bu.. hem canımı sıkan her şeye karşı öfkelenmiyorum, orada kim ve ney sorusu önem arz ediyor ki zaten dahası büyük harflere de şu ekranda sürekli otomatik olarak arada bir oluşan ve yazma ritmime ve hızıma mani olmaması için geri dönüp düzeltme zahmetine katlanamadığım otomatikman nokta filan koyunca yazdığım ilk harfin bir anda minik bir animasyonla büyük versiyonuna dönüşen harfe, harflere, şu şeylere öfkelenmiyorum. gözüm takılıyor sadece. ve arkadaşımın word’unun o ayarları ile oynayamayacağım. sonra düzeltemeyeceğimden değil. o kadar yorucu ve sıkıcı ki o kelime işlemcilerdeki imla ve yazım kurallarını kendime doğru yontmam. şu an hala onunla uğraşıyor ve yazmaya başlamamış olurdum üstelik pencere kısmına gelince anlatacağım ay da gitmiş olurdu ki… ay önemli. ayı da önemli bu arada. her ne kadar görmüş olmasam da ayıyı.. spesifik bir ayı değil söz konusu olan. herhangi bir ayı. görmek isterdim. kocaman bir tane. ve dediğim gibi, bana saldırsaydı da, sarılıyormuş gibi hissedebilirdim belki, bilmiyorum, hayatta kalma refleksi farklı olsa da ve bazı insanlarda hareketsiz kalıp hayattan kalkma refleksi oluşturabilse de, onu öldürmek için herhangi bir direnişe geçmezdim. ayrıca geçemezdim de, ne bıçak ne silah ne de herhangi bir kesici delici biçici silici alet taşımıyorum.

oturdum. bi sigara yaktım ve karşımda ayı gördüm. bak işte nasıl da üçüncüden birinciye geçti bilinç dışı bir irade ile. tekil olan. birinci. ben mi o mu? yok canım gerçek hayattaki gerçekliğimde karışmıyor onlar. ay ile senkronize çalışan zihnimin tik takları arasında can çekişirken bulanıyor üç ile bir. ben mi o mu? bir de ‘sen’ girerse işin içine boku yemişiz demektir. yabancı seslerle baş edersin de… birine sen cevap vermezsin, biri sana cevap vermez, geçinir gidersiniz de… kendi içinde üçe bölünmek, ben sen o diye, o sakat işte, zaten ikiye bölünmek de ben ve o diye, pek sağlıklı sayılmaz.

çoklu kişilik bozukluğu değil doktor hanım. tekil şahıs bozukluğu bu. ama bozukluk değil de, başka kelime bulsam, onu yazar mısın raporuma. psikiyatri alanına yeni bir çok terim katıp, kullandığınız hastalık tanımlarının isimlerini değiştirmeme izin verirseniz, iyileşebilirim bu arada. sorunum sizinle olmasa da ve uysam da tavsiyelerinize. bozukluk yerine tıngırdaması desek? evet çoklu değil tekil. tekil şahıs tıngırdaması. çoklu olanlara da siz çoklu kişilik tıngırdaması deyin. olmaz mı? kabul edilmez mi heyet tarafından? heyet ile birebir görüşebilir miyim? kabul etmezler mi? koskoca profesörlerle nasıl mı konuşabilirim? parasını verince konuşabiliyorum ama. o ayrı öyle mi? beleş olunca uzman psikiyatrist dışında danışabileceğim kimse yok öyle mi? bakın ben danışmıyorum, öneri sunuyorum, hastalığı birebir yaşayan biri olarak deneyimimi aktarmakla yetinmiyor, hastalık ismi de öneriyorum, sizinkiler, ne bileyim, bana biraz ucube gibi görünüyor. vaktimiz doldu. anladım. yoo ilacım var. bir dahaki sefere yazarsınız. görüşmek üzere. kolay gelsin.

“konuya gir artık, sikicem belanı kafamı siktin iki saattir” dedi. bunu diyenin kim olduğunu bilenler arasında yapılacak çekilişte, 4 kişiye geriye dönüşlerin asla yayınlanmamış “iç katekolaminler ve post-real nü-füzyon” edisyonunu hediye ediyorum.

ne diyordum jessika? büyük harf mi? büyük harf hiç yok mu? düzelttim canım onu ben yayınlarken. tümünü seç küçük harfe bel bağla diye bir kısa yol vardı ya hani. o sorun yazarken vardı. geçelim..

oturdum. bi sigara yaktım ve karşımda ayı gördüm. yarım sayılabilir. ay yani. su aldım. izledim. izledim. izledim. bir iki sigara içtim. izledim. yıldızlar elbette yoktu. olmadıklarından değil. şehrin ışıkları ile barışık bir şekilde hayatlarını sürdüremediklerinden dünyamızın asma bahçesinde..

sonra da işte, ben uykuya dalmadan hemen önceki evrende ve dahası uyurken bilinç dışı ve bilinçaltı bir deneyim ile, ve uyandıktan sonraki bir beş on dakikalık süre içinde, dönmeye devam eden şu yeşil dolapların gözlerine binen kelimelerden bahsetmek istedim size. hakladım gerçi onlardan bir kaçını. öldürerek değil, ipe un serer gibi düşe kelime düzerek. her neyse, diğer oyuncaklar düzeliyor gibi zaten. yavaş yavaş. lunaparkım daha anlamlı daha anlaşılır daha az korkunçlu ürkünçlü ve daha çok eğlenceli bir hal alabilir. zamanla. zaman önemsiz gerçi. ay için en azından. ayı için de önemsiz olabilir. bizler ise insanlık olarak onu tik taklara bölerek kendimizi hapsettik içine, son birkaç yüzyıl içinde.. bir sonraki tünel çıkışımda görüşmek üzere. eyvallah hoşça kalın..

* başlık, ‘aya gidersek yıldızları görebilir miyiz’ sorusudur

21 04 22

her metne sabit dipnot: kelime hatalarından, eksik veya fazla yazılmış harflerden sanchez sorumludur. redaktörüm olur kendisi. gözden kaçırdığı bir şeyler mutlaka vardır. kendisi ile spam@unthatow.xyz adresi üzerinden e-posta yolu ile temas kurabilirsiniz. ancak tdk’yı kılavuz edinenlerin imla hassasiyetleri ve diğer edePiyasal karın ağrılarınız için başvurabileceğiniz bir ilgili mercii yok. aslına bakarsanız benim başımda ilgilim olan bir mercii de yok, Allah ya da diğer adı ile Tao dışında. 14 yaşımdan beri katıldığım edePiyat oyunlarında aldığım ödülleri satarak geçimimi sağladığım yönündeki iftiralara itibar ediniz ama.. hadi çav belladonna!

..

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir