roman kirişleriyazılar

pejmürde

pejmürde

-giriş-

üzerine söz söylemeye değmez bir adamım ben.. ama bir kitap yazıyorum kendi üzerime.. değmiyecek biliyorum.. değmiyor da zaten.. değemiyor.. değemiyorum.. üzerime düşüyorum.. değer görmüyor bu estetik.. oysa filme alınmalı ve aktarılmalıyım sonrama.. bir pejmürdenin anıları.. değersiz.. tıpkı bir balığın kılçığı gibi.. insanlar değer vermez.. kediler ölür uğrunda.. bakış açısı işte.. oysa bir yaban otu olmak isterdim ben.. aniden çıkıvermek yerin dibinden.. kedi olmaya bile razıydım.. insan olmakla cezalandırıldım..

ve beni ‘yenmeye değer’ bulacak birkaç kedi bulmalıyım..

***

sanırım bir aldanış tüm kaçış planları.. ölürken söyleyeceğim son söz ‘neyse’ olucak.. ‘neyse boş ver’ gibi.. ‘neyse salla’ gibi.. ‘neyse işte’ gibi.. ‘neyse ney’ gibi değil.. ‘neyse oldu bi kere’ gibi.. ama tamamlayabilmeme izin verilmemeli.. neyse.. hepsi bu.. sonra da ölmeliyim..

sanırım bir aldanış tüm kaçış planları.. “dünyayı değiştirmeye çalışmıyorum” diye bağırdığımı hatırlıyorum, “dünyayı değiştiremezsinki” diyen bir adama.. dünyayı değiştirmeye çalışmıyorum.. ama ayak uydurmak da istemiyorum.. ayak diremek de değil bu yaptığım.. sadece yaşıyorum işte.. ama sürekli kibrit çöpü sokuyorlar kulağıma..

tüm kaçış planları.. hem de tümü.. bir aldanış.. sanırım..

‘sanırım’ en çok sevdiğim kelimelerden biridir.. en çok sevdiğim kelime ‘neyse.’ mitoloji okumak istediğimi bilmiyor kimse.. çocukken yaptığınız bir hatanın bedelini ömür boyu ödemeniz isteniyor sadece.. ödüyorsunuz.. ödüyorsunuz.. ödüyorsunuz.. sonu yok.. bir lanet.. tıpkı lilith’inki gibi.. ondan bana geçen.. bir lanet.. alıştım artık.. alıştırdım onu da.. ya da tam tersi!

sanırım.. bir aldanış.. tüm kaçış.. off.. neyse..

bu boktan öyküyü neden yazdığımı bilmiyorum.. canım sıkıldığı için yazıyorum diyorum ama gerçekten neden yazdığımı bilmiyorum.. işe yarayacak mı bilmiyorum.. bu kitap yazma işine çok taktım..

“bu para kazanma işine çok taktım” diyor pac.. “korktuğumuz bir şey yok. şimdi bana sorun çıkaran damgası vuruyorlar, çünkü bir gangsterim”

“bir katil değilim” diyor pac.. “ama beni gaza getirmeyin. öç almak am almanın yanında en zevkli şey olabilir. anlatılan paragrafları düşünün, alıntı yapılan akıllıca sözleri”

“bu kitap yazma işine çok taktım..” diyorum.. “korktuğum bir şey yok.. şimdi beni toplatmaya çalışıyorlar.. çünkü ne? yazdığım paragrafları düşünün, alıntı yaptığım akıllıca sözleri..”

sanırım bir aldanış tüm kaçış planları.. en sevdiğim kelime gruplarından biri de; ‘bakış açısı işte’dir.. bakış açısı işte..

kimse içinde bulunduğu durumdan memnun değildir yaşadığım yerde.. zerre umut yoktur yüzlerde.. “başladık bir kere, yarıda bırakmak olmaz” edası ile yaşarlar bu hayatı.. ben mi?

benim hayatım elimde patladı..

bir ölü bombaydım ben.. hayat bomba.. ben ölü.. etrafıma sarmışlar bi kere.. hayat sarmıyor beni.. hayatı sarmışlar etrafıma.. “gönül bağı” adlı ipler.. ve elimde patladı işte.. pimi ben çektim.. ölen ben değildim.. ben zaten ölüydüm, söylediğim gibi.. etrafımdakiler de ölmedi.. kimse ölmedi.. incindi ama ölmedi..

ve işte şimdi burdayım.. üzerine söz söylemeye değmez bir adamın anlatıları.. ve işte şimdi buradayım.. ama işlerin bu noktaya nasıl geldiğini anlatmayacağım.. en azından şimdilik.. neyse..

1.

“bir şeye mi kırılmıştı? insanlar çok mu kötülük yapmıştı ona? acımak mı gerekiyordu onun bu haline.. yani bu muydu doğru olan..”

sen, senin vicdanını rahatlattıran bu tip kaygılar, ve dahası bir yığın şüphe ile bakıyorsun yüzüme.. oysa bir de bana bak, bak ben sana nasıl bakıyorum, kendine bak bir defa..

günlerim sokaklarda geçiyor.. uykumun geldiği yerde, salıyorum kendimi boş bir caddeye.. ben uyuduktan sonra o caddenin kalabalıklaşması değil önemli olan, ben uykunun derinliğine inene kadar ses olmasın yeter.. sonra pazar yerine de dönecek olsa o cadde, uyandıramazsın beni.. ancak ben uyanırım, uykuya ihtiyacım kalmadığı takdirde.. lakin yeni uyandım.. güneş henüz selam durmamakta bana.. gökyüzü bulutlu.. yağmurun yağma ihtimalini hiçe saymamak gerek..

saat sabahın… saat kaç? saat yok.. sen uyuyorsun hala.. işine giderken beni görecek olan sen’ler; uyumaktasınız hala.. güneşle birlikte uyanacak, ve havanın nasıl olduğuna bakacaksınız pencerenizden.. gözlerinizde de hep bir önceki gecenin borçları birikmiş olucak. uyku borçları bunlar.. lakin her pazar ödenir bu borçlar, şimdi işe geç kalmama vaktidir, acele etmeli! bense canım isteyince uyuyor, canım isteyince uyanıyorum..

sen şimdi televizyonun ve kahvaltın arasında bir kuklasın.. ellerin ağzına bir şeyler taşırken, kulakların ve gözlerin son havadisleri naklediyor beynine.. kahvaltı haberleri mi? duvarlarını çok pahalı ve herkesin de öyle kolayca algılayamadığı tablolar ile donatmışsın.. evinin bir duvarını tamamen kaplayan kütüphanen.. ve işte cd’lerin, dvd’lerin.. hepsi de orijinal.. sen dürüst bir insansın!!

ah, işte gazeten.. bak bakalım bireysel emeklilik hakkında neler yazıyor.. ömrünün, en çok ne kadarını çalışmayarak geçirebilmeni, hangi sigorta şirketi karşılıyor.. bi de bana bak; hayatın boyunca emekliydim.. çöpleriniz ise emekli maaşım.. çöp tenekeleri bankamatik.. şifre kullanmıyorum ben! kedilerle paylaşıyorum artığınızı.. onlar şifreden anlamaz..

karına, ortada hiçbir neden olmadığı zamanlarda bile kızıp bağırıyorsun.. gerginsin çünkü.. bugünkü mesainin yarattığı stres? bi de bana bak, ne kadar dincim.. televizyonun senin olsun.. kitapların da.. ve tabloların.. hepsi senin.. bankaların, okulların, hükumetlerin, senin.. orduların.. fabrikaların.. hastanelerin.. hepsi senin… sen çok tükettiğin için mecbursun çok çalışmaya! bi de bana bak; artıklarınız kadar tüketiyorum..

2.

seninkine yaşamak mı denir?

hayır efendim, yanılıyorsun, asıl benimkine yaşamak denir..

her gün bir sürpriz çıkar ümidi ile, daldırıyorum elimi çöplere; birkaç parça kuru ekmek.. biraz süt, ama bozulmuş sanırım.. bir poşete konan makarna.. hmm, fena kokmuyorlar.. ‘yenilebilirler’ kararını verdikten sonra, torbama koyuyorum ekmekler ve makarnayı.. olursa, birkaç parça da gazete kağıdı işte.. ardından başka bir çöp tenekesine doğru yol alıyorum.. bugün bir eğlence bulamadım.. bir mizah dergisi mesela.. ya da eski püskü, yırtık pırtık bir kitap, belki yırtılmış resimler, mektuplar.. kediler ne anlar bunlardan.. çöpçüler zaten incelemez.. ama ben? bir keresinde, bir resim bulmuştum.. 3 parçaya bölünmüş bir resim, kız ve erkek sarılmış birbirine… yo hayır, saklamadım elbette.. salak değilim! ama düşündüm bu konuda, demek ki dedim, erkek kızdan ayrılmış, ya da kız erkekten, ve resmini de yırtıp atmış.. hepsi de bu kadar! daha fazla düşünmeye ne hacet! en çok bulduğum şeylere gelince; porno dergiler, gazeteler, okul kitapları, eskimiş giysiler ve yırtık ayakkabılar.. nadiren de olsa yırtılmış resimler çıkıyor işte.. ama elbet bir gün, bir tomar aşk mektubu bulacağım.. sanırım yakılıyor onlar, çöpe atılmıyor..

nasıl yiyebiliyorum bunları?

sanırım aklınızı en çok meşgul edebilecek sorulardan biri de bu.. iğrençlik mi? hayır, asla! böyle düşünmenizin sebebi, hayatınızı içinden geçirdiğiniz pota! korkularınız böyle düşünmenizin nedeni.. ve elbette ‘başkaları benim hakkımda ne düşünür’ başlığı altında sıralanan kaygılarınız.. hayatınızın, içinden geçmekte olduğu pota!

hey, ya hastalık kaparsan?

hah ha.. hastanelerden tiksindiğime göre, hastalık kapmamaya özen gösterebilirim öyle değil mi? ama tam aksine mezardan da tiksinmiyorum çok şükür.. ölebilirim.. ölebilir miyim? önemsenir miyim? önerser miyim?

ama düşündüm de, siz de pek steril besleniyor olamazsınız.. ha? özellikle lüks bir lokantadan tıkınan zengin bir pezevenk iseniz? gülerim halinize.. pazar sabahları kahvaltınızı dışarda yapıyorsanız bir de.. gülerim.. hele hele garsonlara kıllık yapan bir tip iseniz..

çayınıza tükürmeler mi ararsınız, çorbanızı parmaklamalar mı.. intikam soğuk yenen bir yemekmiş.. sıcak bir çorbanıza işemek isterdim doğrusu.. intikam sıcak içirtilen bir çorbadır..

3.

sen iştesin şu an, ilk azarını işittin patronundan ve buna mukabil azarladın ilk işçini.. peki ya ben?

yoldan geçen insanlar.. burası şehrin kalabalık bir bölgesi.. günlerden ne? ben ne biliim! bi de bunun hesabını tutmamı beklemeyin benden.. ben, hangi çöp kutusu daha çok ürün verir, bununla ilgilenirim.. bi de yoldan geçen insanlarla.. giyimleri, konuşmaları, hal ve hareketleri.. elbette dış görünüşü ile yargılamam kimseyi.. bu hastalığı henüz bulaştıramadınız bana.. ama gene de bakarım insanların giyimlerine.. ve konuşmalarına.. hal ve hareketlerine.. bir ülkenin ne kadar çok kalkındığı insanlarından belli olmaz mı dersiniz? bana ne kalkınmadan! ben insanların müsrifliğinin ne kadar çok arttığı ile ilgilenirim.. e bu da kalkınma ile alakalı olsa gerek.. adaletle de.. hah ha..

bu caddede iyi geçiyor zaman! eğleniyorum.. polisler ve korsan cd’ciler.. bir koşuşturmacadır gidiyor.. dört gün önce, yol kenarında bulduğum bir gazetede, bu konu ile ilgili bir yazı vardı.. okumamız yazmamız var çok şükür.. o kadar da cahil değiliz azizim.. şöyle diyordu yazar; “devlet bu işi bilerek engellemiyor.” ona göre, yazarların aç kalması devletin lehine imiş.. ilginç tabi.. bi ara, bu korsan kitaplara ne yapıldığına merak sarmıştım.. bi kitap okumak isterdim doğrusu.. bazen kitap edinebiliyorum elbette.. ama her kitap da okunmaz ki canım.. ‘deniz arman’ kitap yazsa mesela.. ya da ‘hadi uluengin.’ hadi canım! yok deve! yok papirüs.. şimdilik sadece 2 gazetede birer köşe işgal etmekteler çok şükür, allah daha fazlasından korusun bizi.. amin..

hayatı henüz o kadar da boşlamadık gördüğünüz gibi, biliriz kim ne bok yer bu ülkede.. bir adam var, emekli albay olsa gerek.. her gün bi kaç gazete alır, ertesi gün de onun evinin önündeki çöpten ben alırım.. ah keşke bulabilsem şu korsan kitaplar nereye götürülüyor.. benimde bu tip sıkıntılarım var işte.. peki ya senin?

sen şimdi, bu ay ki taksitlerini ödemenin derdindesin.. kendini işe veremiyor olmalısın.. uyuma!

4.

yavaş yavaş dolmakta sokaklar.. fırınlar ve gazete bayileri, çoktan yaptı şefteyi.. henüz korsan cd’ci ve kitapçılar yok görünürde.. ne zaman iş başı yapacaklarına, kendileri veriyorlar kararı..

otobüs durakları.. üniversite öğrencileri belli ediyorlar kendilerini.. hal ve hareketleri çok orijinal.. herkes bi şey sanar bunları.. oysa ben bilirim işin iç yüzünü.. boş iş bunlar.. çok boş.. okul bir şey vermez adama.. ama bi müddet gitmek iyidir.. en azından sana bir şey vermediğini anlayana kadar gitsen iyi olur.. bunu anlayabiliyorsan ne ala! ama okuma yazma öğrenmek iyidir..

“bir ayyaşın öğütlerini dinlemek ilginç olsa gerek” dedi biri.. bu benim arkadaşım.. geldiğini görmemişim.. benden oldukça küçük.. henüz lise 1’e gitmekte.. ya da gitmemekte.. ben mani olmadım elbette.. bu onun kendi fikri.. bazen beni bulursa, takılırız onunla.. ama devamsızlık hakkı dolmuş.. henüz okul açılalı 1,5 ay oldu, bu ne hız! bana çekmiş, belli.. ama annesini tanımıyorum.. genlerden gelen bir şey değil kısacası bu benzerlik.. zaten tanrının bu yaptığı bana çok yanlış gelmekte.. tanrı hata yapamaz kimine göre.. kimileri de atalarını tanrılaştırır.. şimdilerde kapitalizm bir ‘gen’ gibi yapıştı içimize.. seri imalat yani.. genler.. neden genlerimiz belirler ki bazı şeyleri. tanrı neden böle bir şey icat etmiş ki.. genler.. yo hayır kapitalizm.. tüketim fetişizmi! ben dudakları tercih ederdim.. fetiş konusunda yani..

5.

arkadaşım okula gitmek için durakta beklemeye başladı.. henüz on altı yaşında.. ben mi? boş verin bunu.. onu görebiliyorum.. yolun karşısında şu an.. günlerden cuma imiş.. ve okula geç kalırsa devamsızlıktan kalabilirmiş.. ayrıca sınavının olduğunu da söyledi bana.. kopya çekecekmiş.. akşamdan hazırlamış.. aslına bakarsanız zeki bi çocuk.. ama daha öğreneceği çok şey var..

ben mi? ben öğreneceğimi öğrendim.. beynim tamamiyle doludur, istemem yeni bir fikir.. hele ki ülkenin ya da dünyanın gidişatı söz konusu ise, hiç açık değilimdir yeni ve değişik çözüm yollarına.. ama gene de merak ederim insanların ne düşündüğünü.. ama düşüncelerime pek de fazla etki edemezsiniz artık.. o yaşı çoktan geçtim ben.. eğer yapabilseydeniz, öğrencilik yıllarımda eğitebilirdiniz beni.. şimdi mi? artık sıra bende;

“çılgınlık yok, beni savunun, başaramayana kadar suçu üstleniyorum

beni sansürleyin ve öğrendiğim derslerden çocuklarınızı uzak tutun”

buradan 5-6 sokak ötede kaldığım bir yer var.. terk edilmiş, yıkık dökük bir ev.. 3 gün önce buldum orayı.. daha öncesindeyse, yetmişine basmış bir dedenin yanında kalmaktaydım, dede de bir caminin abdesthanesinde.. bu caminin abdesthanesi, camiye bağlı küçük bir kulübeydi ve 2 adet sedir vardı içerisinde.. bu dede orada kalıyordu geceleri.. gündüzleri ise, namaz vakitleri dışında limon satıyordu.. bir filesi vardı.. ve limonları.. kazandığı paranın bir kısmı ile yeni limonlar alıyor, diğer kısmı ile de gıda ihtiyaçlarını gideriyordu.. gevrek, poğaça, çay gibi ucuz yiyecekler işte.. fakirliği seçmek erdeme götürür insanı! onun yanında kalmama izin vermişti.. ancak bir süre sonra, caminin imamı karıştı işe.. “hayır” dedi.. “olamaz.. bu serseri burada kalamaz.. baksanıza namaza bile iştirak etmiyor deyyus..”

bu evi bulunca da oradan ayrıldım.. ancak hala su ve tuvalet ihtiyaçlarımı oradan gidermekteyim.. imama görünmeden tabii..

kaldığım yeri anlatayım biraz da.. 3 gün önce buldum burayı.. hiç eşya yoktu evde.. sanırım yarım kalmış bir gece kondu inşaatı ya da yıkımı yarım kalmış bir gece kondu.. belediyeden “yuva imha ekipleri” gelene kadar kalıcam burada.. elektrik ve su tesisatı yok hiç.. zaten su istersem camiye gidiyorum.. tuvalet için de aynı şekilde.. ve elektrik ile de işim olmuyor zaten..

arkadaşımın otobüsü geliyormuş.. kafamı kaldırınca, ‘ben gidiyorum’ der gibi bir el hareketi yaptı.. bende 2 kez başımı eğip ‘peki’ demiş oldum.. şu an bir bankta oturmaktayım.. arkadaşıma, bana bir defter ve kalem alabilmek gibi bir lüksü olup olmadığını sormuştum.. o da, din derslerine giren hocanın onlara bir defter aldırdığını, fakat daha sonra hiç kullandırtmadığını söylemişti.. ve bi de kalem aldı bana.. şu an bankta oturmuş bunları yazarken, yoldan gelip geçenler bakıyorlar.. ‘ne yazıyor bu deli’ diye düşünüyor olabilirler beni bu muhitte sık sık gören, yüzümü hatırlayanlar.. ilk kez görenlerin ise ne düşündüğü meçhul.. ama ben bunu umursamıyorum elbette..

başkasının benim hakkımda düşündükleri ile ilgilenseydim.. bunu düşündükçe gülesim geliyor biliyor musunuz? başkası benim hakkımda düşünür?

kendi hakkımızda kendimiz ne düşünüyoruz? yalan yok..

size bir tavsiye, birinin güvenini en kısa zamanda kazanabilmek için yapmanız gereken ilk şey, kendi hakkınızda önemsiz küçük itiraflarda bulunmanızdır.. bu itiraflar yalan da olabilir.. önemli olan küçük ve değersiz olmasına rağmen kimsenin söylemeye cesaret edemeyeceği şeyler olmasıdır.. daha sonra koskoca bir yalanı afiyetle yedirebilirsiniz..

insanların gözlerinin içine bakarak nasıl ustaca yalan söylenir? siktir edin böyle şeyleri.. benim yukarıdaki tavsiyemi de siktir edin.. her tür kişisel gelişim kitabını yakın.. işi bir adım ileri taşıyın.. tüm kutsal kitapları yakın.. bir adım ileri, tüm anayasa kitaplarını yakın.. daha ileri, tüm fen bilimi ve matematik kitaplarını yakın.. daha ileri gidin.. yakın.. yakın.. daha yakın.. burnumun dibine.. yaklaş yaklaş.. kafanı çevir, kulağınla ağzım aynı hizaya gelsin.. yakın.. tanrıyı da yakın.. ve devletleri de.. teknolojiyi.. medeniyeti.. en baştan başlayalım.. yeni baştan!

6.

“ne yazıyon lan”

“kitap”

bu cevabım çok güldürdü onu.. ciddiye almadı elbette.. bu adam bir korsan cd’ci.. 28 yaşında.. kendisi de iyi bir müzik dinleyicisi.. bir çok kez kaptırdı tezgahını.. ama işsiz.. mesleği de yok.. bu yaşa kadar hep bateri çalmış, bi kaç gruptan geçmiş.. iyiymiş de, öyle söylüyor.. ama bakmış olacak gibi değil, ülkede yaptığı müziği kaale alan yok, oda satmış baterisini ve paranın tümü ile cd almış.. şimdi de işi ilerletti.. her gün ne satarsa, onu evde kopyalayıp, ertesi gün tekrar getiriyor.. sipariş alıyor falan.. geçinip gidiyor işte.. ama oda kırmış benim gibi, hiç bi getirisi olmayan işlerle uğraşmaktan.. onun için de bir gelecek yok yani.. hala ailesi ile kalıyor.. hala öğrencilik yapıyor.. hala askerlikten yırtmak için kasıyor.. hala bir geleceği yok.. (hangi gelecek?) hala ‘no future.’ şimdi tezgahını açacak.. yardım etmeli.. boş durmamak gerek..

7.

günün sonu.. kulübemin önündeyim yine.. çimlere oturmuş bu satırları yazmaktayım.. yarın nolucak çok merak ediyorum.. bok gibi meraklıyım.. size kaldığım yerden biraz daha bahsedeyim.. burası bir tren yolunun yanı.. biraz ilerisi ise anayol.. bulunduğum yer otlarla kaplı boş bir arazi.. 17 adet ağaç var.. bizzat saydım.. zamanı nasıl tükettiğimi sanıyorsunuz ki? sizce zamanım nasıl geçiyor? arada sırada da tren geçiyor buradan.. ve tabi sürekli arabalar geçiyor.. yol kenarında, düzenli aralıklarla konulmuş lambalar var.. işte bu ışıklandırmadan faydalanmaktayım satırlarımı yazarken.. karşı taraf bi tepe ve işte bu tepeye inşa edilen evler varoş diye tabir edilen bölgelerden birini oluşturmakta.. düzensiz bi sırada yapılmış evler var ama göz zevkimi bozuyo değiller.. isteyen istediği yerde yapsın evini.. kime ne? ama öle değil işte, seyrekte olsa yıkım ekipleri gelebiliyo oraya.. ama evlerin hepsi de gecekondu değil elbette.. bulunduğum yerin güneyinde burası.. doğuya doğru ise, yirmi dakikalık bir yürüme sonucunda başka bir yerleşim merkezine ulaşabiliyorsunuz.. biraz daha iyi orada yaşayan insanların geliri.. batıya doğru çok fazla yürümek gerekli.. uzun bir yol uzanıyor, şehrin diğer semtlerine bağlanıyor.. kuzeyimde, yani arkamda ise bir deniz var.. elbette yüzülemiyor orada ve bir işime de yaradığı yok açıkçası.. zemin toprak.. yaban otları kaplamış heryeri..

bir yaban otu olmak isterdim.. aniden çıkıvermek yerin dibinden..

bu topraktan verim alabilir miyim dersiniz? ekip biçebilir miyim? anneme sormam gerekli bunu.. evet benim bir de ailem var.. başka bir boyuttan ışınlanmadım buraya.. k-pax gezegeninden mesela.. ama burdan k-pax’e ışınlanmak fena olmazdı doğrusu.. 3 ay kadar önce sanırım, ya da 4.. evden ayrıldım.. yo hayır bir sorunum yoktu ailemle aramda, geleceğimin nasıl olması gerektiği konusundaki ayrılıklarımız dışında.. ama yaşanmayı bekleyen bir hayat vardı önümde ve ben bunu hafta sonlarına hapsetmek istemiyordum.. şu an olduğu gibi de yaşamak istemiyordum ama.. böle işte.. artık böle.. 21. yüzyılda bir ilkel olmaya çalışmıyorum.. hiçbir şey işin çalışmıyorum.. karnım acıkınca, bi şeyler yemem gerekir.. sıçmak ya da işemem gerekirse tuvalete giderim. canım sıkılıyorsa ve uykum gelmiyorsa, fantezi kurar ve boşalırım.. uykum gelince uyurum.. bir gün de evden ayrıldım.. canım bunu istedi diye değil.. böyle olması gerekti diye.. koşullar bunu zorunlu kıldı.. bense koşulların bunu zorunlu kılmasını.. beni kim ‘koşulları buna zorunlu kılmaya’ kıldı? işte işin sırrı burada yatmakta.. sır tutmasını beceremem.. ama deneyeceğim ve bu yüzden şimdilik susmayı tercih ediyorum.. bakalım ne kadar süre dayanıcam..

bi gün, okulu bitiremeyeceğimi ve ailemin o kadar emeğine karşılık, verebileceğim bir diploma elde edemeyeceğimi anlayınca ki bu arada sırrı açıklıyor olduğumu anlamış olmalısınız, dayanamadım, neyse, bir diploma elde edemeyeceğimi anlayınca; “farz edin evlendim” dedim.. “ve beni düşünmeyin.. ben sizi ziyaret ederim..” … “elbette.. sık sık.”

bir münakaşa oldu.. olmadı değil.. hem de nasıl bir münakaşa.. hır gür.. bağrış çağrış, incitici sözler, incinmeler.. hem de nası.. ama sonuçta, değiştiremeyeceklerini anladıklarında görüşümü, onaylamasalar da engellemekten vazgeçtiler.. aynı zamanda bu fikirleri kimin bana öğrettiğini de merak ettiler.. en çok merak ettikleri şey de buydu zaten.. ‘kim öğretiyo sana bunları.’ bu ayrılık faslını size daha sonra detaylıca anlatıcam.. belkide anlatmam.. keyfime kalmış bişi.. sonuç olarak buradayım işte.. önemli olan da bu.. insan ideallerinin peşinden koşmalıdır bence.. nasıl ki steinbeck’in morgan’ı korsan olmak için bir ara köle gibi satıldıysa da, korsan olmuştur sonuçta.. insan haz almak için yaşamalıdır.. her ne olursa olsun, başkalarının canını acıtmadan, canının istediği şeyi yapmalıdır; başkalarının görüş açısına göre iyi yaşamasını sağlayacak şeylere teslim olmak yerine.. şahsen ben hiç ama hiç dayanamazdım bir şirket patronluğu yaşantısına.. dışardan çok sıkıcı görünmekte bana tüm patron takımının hayatları.. ya da patron takımının ayak işlerine bakma işi, mühendislik salatası falan yani.. dehşet sıkıcı.. bu dünyaya, hayatımı hafta sonları yaşamak hafta içi ise birilerinin hesaplarını tutmak için gelmedim ben.. neden geldiğimi sorarsanız bir cevap veremeyebilirim, tıpkı nereye gideceğimi cevaplayamayacağım gibi.. bir yere gittiğim de yok zaten, zamanın sonsuz döngüsünde bir tekrardan ibaretim sadece!!! neyse, ‘neden geldiğine dair yalın bir cevabın yok tamam ama peki neden gelmedin ve nereye gitmiyorsun’ derseniz.. neden gelmediğimi ve nereye gitmeyeceğimi söyleyebilirim, evet bunu yapabilirim, şöyle ki; cennete gitmiyorum.. cennet bu dünyada zaten. cehennem de. ama ölümden sonrasına ve ruha inanırım. ve hafta sonları yaşamak için gelmedim..

bu yaşıma kadar, yani 22 yılımı, öğrencilik taklidi yaparak harcadım.. şimdi de sabah 2 saat, akşam 2 saat olmak üzere günde 4 saat toplayıcılık yaparak harcıyorum.. mutlu musun derseniz, bunu şu alıntı ile cevaplayacağım, lakutin şöyle diyordu;

“dostum, bu başıboş hayatı seviyorum ben. soğukla, açlıkla baş başasın; ama özgürsün… karışanın görüşenin yok… istersen kendi kafanı dişleyip kopar, kimse ne yapıyorsun demez. çok açlık çektim şu günlerde. aklımdan çok kötü şeyler geçti… ama şimdi yatmış, gökyüzüne bakıyorum… yıldızlar göz kırpıyor bana… ‘lakutin’ diyorlar; ‘dünyayı dolaş, kimseye kulak asma… her şey daha iyi olacak…’ “

“everything’s gonna be alright, everything’s gonna be alright, everything’s gonna be alright, everything’s gonna be alright”

***

ama başlangıçta zorlandığımı itiraf etmeliyim.. ilk bir hafta.. zamanımı nasıl değerlendirmem gerektiği konusunda kafamda önceden tasarladığım tüm planlarım yan yatmıştı.. şimdi ise bir evdeyim işte.. buna ev denilir mi bilmiyorum.. ya da sizin modern dünyanızdaki ev tanımınızı karşılar mı burası.. bilmiyorum.. umursamıyorum.. işte burası bir ev.. ve işte burası benim evim.. siz ne derseniz deyin..

toplam 3 bölmeden oluşmakta benim cici evim.. bir duvar tamamen yok.. savaş gazisi gibi.. ve bu duvarı olmayan bölüm ile birlikte ikinci odanın da çatısı yok.. sokaklar gibi.. son bölmenin ise üstü kapalı olmasına rağmen, dışarıya bakan 2 duvarında diktörtgen şeklinde küçük boşluklar var.. hayatım gibi.. sanırım bu boşluklar pencere olarak kullanılmaktaymış.. odaların ikisi küçük, biri de o iki küçük odanın toplamı büyüklüğünde.. yani bir kareyi ortadan ikiye bölmek sureti ile elde ettiğimiz parçalardan birini olduğu gibi bırakıp, diğerini de ikiye bölüyoruz.. işte size 3 adet oda.. anladınız değil mi? bi duvarı olmayan odanın, işte bu duvarsız tarafından sızıyoruz içeriye.. ve bu oda büyük (diğerlerine göre büyük bir oda ama aslında çok küçük) odaya, o ise sonuncu olan üstü kapalı odaya bağlanıyor.. ancak üstü kapalı oda ile büyük oda arasında bir duvar ve kapı olarak kullanabileceğimiz bir boşluk yer almakta.. bir duvarı olmayan oda ile büyük oda arasında, odaları bölen bir duvar yok.. aslında ikisini tek oda sayarsak bir L şeklinde oda elde edebiliyoruz. tavan ise oldukça alçak.. boyumdan 2-3 karış yüksek diyebiliriz.. zıplarsam eğer, başım tavana çarpabilir.. zemin ise toprak.. henüz soğuklar başlamadı.. ancak montum var, şimdilik evde bırakıyorum onu.. çöpten buldum.. çok kullanışlı.. ve sıcak tutacağa benzer.. neden atmışlar bilmem.. zenginlik işte.. tüketim fetişizmi.. aah dudaklar..

artık yavaş yavaş bir çeki düzen vermeliyim kendime.. sonra da evime elbette.. işe sakallarımı keserek başlamam gerekmekte.. uzun zamandır yapmadım bunu.. çöpten tıraş bıçakları da bulmuyor değilim hani.. ama şu an onları bir makas yardımı ile azaltmam gerekmekte.. bir berduş değilim ben! ayyaş hiç değilim; ama olanları da çok severim.. bir şarapçıdan zarar gelmez adama.. ama şarap satarak zengin olma planları kurandan zarar gelebilir.. kurandan da zarar gelebilir.. namaz karşılığı huri satın almanız için kandırabilirler sizi.. bunun neresi kötü? bu uzun bir öykü..

façamı düzelttikten sonra da evimi düzelticem.. henüz yağmurlar başlamadı ancak havalar griye bürünmüştü bugün.. bu dengesiz şehrin yağmurunu bilir misiniz? bir naylon ile üstü kapalı odanın pencerelerini kaplayayım diyorum.. nası olur sizce? canım biraz konuşun siz de ama ya, hep ben anlatıyorum, kafa sallamaktan ya da yüz ekşitmekten başka bişi yaptığınız yok.. hadi canlanın biraz.. ne diyordum, bak beni de şaşırttınız şimdi, hah hatırladım, biraz giyim biriktireyim istiyorum.. ıslanınca değiştirmek gerekebilir.. ayakkabılarım idare ediyor şimdilik, ama bir çift daha bulursam yedeklerim. ne dersiniz, sizce başarabilir miyim bu şekilde yaşamayı?

8.

işte başlıyoruz.. hava kızıllaşmakta.. yani yaklaşmakta sarı dev.. şimdi, öncelikle çöpler kurcalanmalı.. getirilmeli kullanışlı ne varsa eve.. yemeli bir şeyler.. sonrasındaysa sürmeli eşeği albayımızın çöplüğüne.. bir banka oturulmalı.. okunulmalı dün nelerin olduğu.. sonra mı? sonrası allah kerim.. fırıncılar yapar öncelikle işbaşı.. ve gazete bayileri takip eder onları.. işe giden insanlar belirir ardından.. ve seyyar satıcılar almaya başlar yerlerini.. akşama doğru ise birkaç parça eski gazeteyi, kağıdı ve teneke kutuyu toplayıp satarım.. bir demli çay.. bir poğaça.. allah ne verdiyse artık yumulurum.. bu arada beni ziyaret etmeye gelir belki eş dost arkadaş.. aaa yapmayın ama.. arkadaşlarım da var benim tabi.. size bir serseri olmadığımı söylemiştim.. sadece sokakta yaşıyorum ve çalışmıyorum.. tek farkım bu değil elbette.. bir makas bulmalıyım, makas.. böyle gitmez bu.. sonrada tıraş makinesi.. ardından biraz naylon.. tahta.. çivi.. uzun bir gün bekliyor beni.. yola çıkmalı.. boş durmamak gerek..

9.

heey.. bir banktayım yine.. arkamda bir butik var.. müzik çalıyor orada.. güzel bir şarkı.. ama ne olduğunu söylemeyeceğim.. vazgeçtim, ipucu vermek istiyorum.. şöyle diyor efsane; “avladığım hayvanları beslemeye başladım.”

güne müzikle başlardım lise ve üniversite yıllarımda.. evet ben bir zamanlar o haltı da yedim.. biraz anlatmıştım.

“günaydın abi”

“suss! şarkı bitsin”

işte ali geldi.. lise 1’e giden arkadaşım.. ve bugün cumartesi..

10.

yolunda gitti işlerim.. makas getirdi ali evinden.. “annemden izin aldım” dedi ama tabi koca bir yalan bu.. ben bilmez miyim.. bu çocuk bana iyilik yapmayı seviyor.. çöplerden 17 adet tıraş bıçağı buldum.. 5’i çok az kullanılmış tam on yedi bıçak.. az buz değil, 17! ve büyük bir parça naylon.. kalıncana üstelik.. onu evin üstüne çekmeyi planlıyorum.. çivileri de bulur bulmaz bu işi halledicem ilk olarak.. ve elbette kırık bir ayna.. yüzümü komple görebiliyorum ama.. evvelcene bir parça sabun bulmuş idim.. deniz kayalıkların biraz aşağısında kalmakta.. inilmiyor.. bende ipe bağladım çanağımı.. sarkıttım ipimi.. ve bingo! sabun, jilet ve deniz suyu.. olmadı elbette.. hiç deniz suyu ile tıraş olunur muymuş azizim? cami ne güne icat edilmiş sanıyorsunuz ki? sonuç olarak sakallardan kurtuldum.. rahatladım biraz.. camide, yani ihtiyarın kaldığı yerde, üstünkörü bi duş aldım.. dırırırımmm.. işte prensiniz hazır.. arada bir yapmalı bunu..

11.

bu sabah gazetede bir şey okudum.. ‘us army’ hakkında.. onların düzenledikleri bir eylem hakkında.. canım acıdı biliyor musunuz? sizinde acıdı mı? bundan haberiniz var mı? yani 9 çocuğun ölümünden.. gerçekten ne kadar ilgilisiniz sadece yakın çevrenizde dahi olup bitenlerlen? gerçekten hiç suçluluk duygusu oluşmuyor mu içinizde.. bir zincirlemenin farkında değil misiniz yoksa? herşeyin birbiri ile ilintili olduğunu düşünmüyor musunuz siz? gerçekten bir zincirlemenin farkında değil misiniz? öz babasının tecavüz ettiği, on altısına bile girmemiş kızlar, sadece 3. sayfayı, o da bir günlüğüne işgal ediyor.. üstelik bedevi kanun şey pardon yani medeni kanun diyor ki; sana tecavüz eden kişi ile evleneceksin.. kendi cinsimden utanıyorum genellikle.. lilith’e ise tapıyorum.. her şeyin birbiri ile ilintili olduğunun farkında değil misiniz gerçekten? her şey genlerden mi kaynaklanıyor yoksa? ya da gerçekten tüm suçu üzerine yıktığınız şu zavallı şeytan mı yoksa olan biten hiçbir şey de suçu kabahati bulunmayan tanrı mı bunların nedeni? mesela o dokuz çocuğun ölümü? bir general, bir evde terörist olduğuna dair istihbarat alıyor, pilotlarına emir veriyor.. ve pilotlarda ‘eve’ hava saldırısı düzenliyor.. daha sonra eve gidilip bakılıyor.. ve evde 9 çocuk ceseti bulunuyor.. ve sen bundan sorumlu değilsin öyle mi? nah değilsin!

“ben bunu nasıl engelleyebilirim ki?”

bana bunu söylüyorsun öyle değil mi? ben bunu nasıl engelleyebilirim ki diyorsun bana.. ama bunu engellemek isteyen, başka bir dünya isteyen, başka bir dünyanın mümkün olduğuna inanan insanları bir ‘ütopya’nın peşinde koşmakla suçlamakta da üstüne yok ha? öyle değil mi? değil değil mi? öyle değil.. başka bi dünya mümkün değil..

***

işte böyle başladım ben güne.. sabah sabah.. daha şehir uyanmamışken, gazetede gördüğüm bir haber ile.. işte ben bugün böle başladım güne.. işte ben böyle de başlıyabiliyorum güne.. sırf bu döngünün içinde yer almamak için, sırf bu ‘aptal döngünüzün’ bir parçası olmamak için, sırf bu ‘dev dişli çarkın’ dişlileri arasına bi taraflarımı kaptırıp, istemeden de olsa o yöne doğru dönmemek için.. sırf bu nedenle böyle başlıyorum ben güne.. sırf sorumluluğumu azaltmak için, sırf suçluluk duygusunu en aza indirmek için ben böle başlıyorum güne.. önce hafif bi kızıllık.. karakızıl gök.. camilerden yükselen ‘allah en büyük’ naraları.. ve işte bir pejmürde gözlerini açtı.. yıkık dökük kulübesinde yeni bir gün.. önce şu çok lüks semtlerden birine gidiliyor ve bir çöpe yaklaşılıyor.. el çöpe daldırılıyor.. el pisliğe bulanıyor.. el buna aldırmıyor.. el hissetmeye çalışıyor.. el aranıyor.. diğer el ise bir torbayı tutmakla meşgul o an.. derken bir evin önünden bi kaç gazete toplanılıyor.. derken kulübeye geliniliyor.. derken gazetedeki “9 çocuk yanlışlıkla öldü” başlığı göze çarpıyor.. derken göz habere takılıyor.. el gazeteyi tutuyor.. el gazeteyi göze yaklaştırıyor.. derken göz haberi okuyor.. derken can sıkılıyor.. işte ben böle başlıyorum güne.. peki ya sen?

çalan bir saat! “oww yine mi?” ya da ya da ya da.. “hadi oğlum okula geç kalıcaksın” diyen bir ses.. “oww yine mi anne?”

açılmak istemeyen göz kapakları.. işe gitme zorunluluğu.. ya da okula.. ama önce kahvaltı.. gazete? ne o, gazeteyi okumaya son sayfadan mı başlıyorsun sen? sadece fenerbahçenin dünkü antremanı nasıl geçmiş, bu mu seni ilgilendiren? orta sayfaya ulaşabildin mi bugüne kadar.. gerçekten o seni içene çeken ‘futbol’ haberlerini aşıp gelebildin mi sağ sağlim orta sayfaya bir kez olsun.. ya da bugüne kadar spor gazetesi dışında bir gazeteye el sürdün mü sen? gerçekten aşıp engelleri, borsafinans çukurlarına batmadan arşınlayıp sayfaları, görebildin mi “9 çocuk yanlışlıkla öldü” başlığını.. banane mi? dolar mı çıkmış? faizler düşmüş mü? başbakan ‘huzur dolu günlere az kaldı’mı demiş? 2005’de ab’ye girecekmiymişiz? siktir be!

işte ben bunları yazdım bugün.. ve işte güne böyle başladım ben bugün.. bir pejmürdenin anıları.. alıngan ve başı öne eğik.. usulca.. yaklaşmakta..

12.

biliyorum bir sonu olmalı bu gidişin.. kaçıp saklanmalıyım.. olmamalıyım.. kayıt dışı ekonomi de ne demek? ben kayıt dışı insan olmalıyım.. ne kimlik no ne vergi.. ne mülkiyet ne alışveriş.. tıpkı bir kedi gibi..

biliyorum bir sonu olmalı bu gidişin.. yorganımın altında biriktirdiğim göz yaşları, temiz içme suyu olabilsin isterdim.. afrika afrika..

sahne? sahne yok.. ben ne zaman çıksam sahneye, bir diğeri düşücek.. bir diğeri ne zaman çıksa sahneye, beni aşağı itecek.. bir izleyici şart, herkes sahneye çıkamaz, sahne dar..

biliyorum bir sonu olmalı bu gidişin.. bir bebeğin gözyaşlarından oluşan havuzda ölmeliyim; boğularak..

“ah ne kötü bir senaryo bu.. senden yazar olmaz”

“yaaa öyle mi? peki ya senden hissedebilen bir canlı olur mu?”

13.

öykünün nasıl devam ettirilmesi gerektiğini bilmiyorum.. takıldım ve öykünün nasıl devam ettirilmesi gerekiyor bilmiyorum.. sadece yazıyorum işte.. sadece yazıyorum ve sadece yaşıyorum.. sabah kalkıyorum, öncelikle çöpler kurcalanıyor, ardından albayın evinin önünden çöpe atılmış gazeteler alınıyor ve kulübeye dönülüyor.. tüm bunlar 2 saatimi alıyor.. 2 saat de akşam, 4 saat.. ancak bu ‘çöpten beslenme’ ve ‘kağıt ve metal satımı’ olayı uzun sürmeyecek.. beslenme olayı da uzun sürecek değil zaten ama ‘çöpten beslenme’den daha uzun süreceği açık..

bir gün çok uzaklara uçucaz ve geçmişi geride bırakıcaz.

14.

bu öykünün sonunun nereye varacağını gerçekten ben de sizin gibi merak ediyorum.. bok gibi meraklıyım..

15.

birkaç gündür hiçbir şey yazmıyorum..

16.

çocukken ben bir adamla karşılaştım.. çoğu insanın ‘adam’ sıfatını layık görmeyeceği bir adamdı.. yaşı 45-50 civarı.. torbalar ile sarmıştı bedenini.. ve bir ip ile bağlamıştı beline naylon torbaları. nasıl yaptığını bilmiyorum, çocuktum ben o zamanlar, bantlamış da olabilir.. ama bir ip vardı kemer şeklinde beline sarılı duran ve dizlerine kadar uzanıyordu torbalar.. ama düşmüyorlardı işte.. aynı, hamamdan çıkarken belinize sardığınız havlu gibi sarılmışlardı.. onlarca torba.. ve bedeninin üstü çıplaktı.. inanmaya bilirsiniz, ama öyleydi ya işte.. bugün aklıma geldi birden.. ben o zamanlar ilk okula gitmekteydim ve ailem ile bir hafta sonu çarşıya giderken bu adamı görmüştüm.. biz, bana bayramlık almaya gidiyorduk.. son bayramlığımdı o.. hayır büyüdüm diye değildi son oluşu.. ama sondu işte.. bi daha istemedim, elde giyicek şeylerim varken fuzuli masraf yaptırmayı istemedim.. neye yaradı bilmiyorum ama ben bi daha eldekiler eskiyene ve kullanılmayacak hale gelene kadar istemedim yeni bir şey.. bu neye yaradı bilmiyorum.. yo hayır vicdan rahatlatması değildi bu seferki.. sadece.. böle yani.. böle..

17.

yazamıyorum..

18.

yazmak can sıkıntımı gideren tek şey.. yazmıyorsam, iyidir.. iyiyimdir! ama yazıyorum işte.. tekrar yazıyorum.. tekrarları yazıyorum.. hah ha.. ‘pazarları yazıyorum’ gibi oldu bu da..

“bir gazetede tekrarları yazıyorum..”

“hangi gazetede?”

“sen tanımazsın”

19.

bugün bir adam bana dedi ki;

‘senin adın ne’

ona dedim ki; ‘mikronezya’

durdu ve ‘böyle isim mi olur lan’ demesini beklerken ben,

‘ne iş yaparsın sen?’ diye sordu..

‘yaşarım..’ dedim..

‘peki ya başka?’

‘hepsi bu.. kadınlar ve hayaller.. ölmeyi bekliyorum.’

durdu.. ve yüzüme bir deliymişimcesine baktı.. gözlemledi beni.. saygıdeğer beyefendi önünde kobaymışım gibi davrandım.. elimi kafamın üstünden aşırarak, sağ elimle sol kulağımı tuttum.. ve dilimi dışarı çıkardım bunu yaparken.. anladı ne kastettiğimi ve uzaklaştı..

20.

tekrar yazamıyorum..

21.

asla yazamayacağım

// 18.şubat.2003

her metne sabit dipnot: kelime hatalarından, eksik veya fazla yazılmış harflerden sanchez sorumludur. redaktörüm olur kendisi. gözden kaçırdığı bir şeyler mutlaka vardır. kendisi ile spam@unthatow.xyz adresi üzerinden e-posta yolu ile temas kurabilirsiniz. ancak tdk’yı kılavuz edinenlerin imla hassasiyetleri ve diğer edePiyasal karın ağrılarınız için başvurabileceğiniz bir ilgili mercii yok. aslına bakarsanız benim başımda ilgilim olan bir mercii de yok, Allah ya da diğer adı ile Tao dışında. 14 yaşımdan beri katıldığım edePiyat oyunlarında aldığım ödülleri satarak geçimimi sağladığım yönündeki iftiralara itibar ediniz ama.. hadi çav belladonna!

..

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir